İsrailli yazar Ilan Hatsor’un kaleme aldığı, yönetmenliğini Mert Kırlak’ın yaptığı “Maskeliler” adlı oyun, 24 Mart’ta Bursa Podyum Sanat Mahal’de yaptığı prömiyerin ardından 22 Nisan’da Ses 1885 sahnesinde İstanbul seyircisi ile buluştu. Maskeliler 2 Haziran Pazartesi günü Dasdas’ta yeniden seyirci ile buluşacak.
İsrail tarafından işgal edilmiş bir köyde birbirlerinden farklı Filistinli üç erkek kardeş arasında geçen trajediyi konu alan oyun savaşın ortasında ülkesi ve ailesi arasında kalan insanların açmazlarını etkileyici bir dil ve oyunculuk ile seyirciye aktarıyor. Oyun farklı dekoru kostüm ve ışık tasarımı ile de oldukça etkileyici.
Kardeşlerin savaşın ağır koşulları altında birbirleri ile yüzleşmelerinin anlatıldığı oyunda Devrim Özder Akın, Taha Tegin Özdemir ve Sermet Yeşil rol alıyor. Savaş ortamının yarattığı politik ekonomik sosyolojik çıkmazdaki kişisel, toplumsal ve duygusal sorunları muazzam oyunculukları ile seyirciye aktarıyorlar.
Kahramanlık, yurtseverlik, aidiyet, öfke, şiddet, açgözlülük, vicdan, merhamet, hainlik, çıkar ilişkileri, nefret ve umut, yaşama arzusu gibi güçlü duygular arasında gidip geliyorsunuz. Gerilimi ve temposu yüksek politik ve ne yazık ki Gazze’de insani kriz tüm hızı ile sürerken güncel olan oyunda seyirci pür dikkat kesiliyor. Mesele sadece Filistin de değil! Tanıklık ettiğiniz evrensel bir hikâye! Coğrafyalar farklı olsa da insanlar, duygular tüm hâlleri ile benzer! Savaşların acısını içinizde hissederken ‘’Barış! Hemen Şimdi!’’ diye bağırmak istiyorsunuz.
İzlemekten büyük keyif aldığım Maskeliler üzerine kafamdaki soruları açıklığa kavuşturabilmek için oyunun yönetmeni ve oyuncuları ile söyleştim.
Ekip:
Yazar: Ilan Hatsor
Çeviren: Nebil Tarhan
Yönetmen: Mert Kırlak
Oyuncular: Devrim Özder Akın, Taha Tegin Özdemir, Sermet Yeşil
Işık Tasarım: Mustafa Yıldırım
Dekor Tasarım: Faik Yunus Gürcan
Reji Asistanı: Nihan Işık
Yapım: Myart Tiyatro

Birgül Sevinçli: Maskeliler, kardeşlik gibi evrensel bir hikâyeyi bölgesel bir çatışmanın özel bağlamıyla birleştiriyor. Yönetmen olarak bu iki unsuru dengeleme yaklaşımınız ne oldu? Bu dengeyi sağlamak için oyunun hangi yönlerine öncelik verdiniz?
Mert Kırlak: Hatsor’un Maskeliler oyunu, Gazze Şeridi’nde 1987 yılında başlayan birinci kitlesel ayaklanmanın sürdüğü altı yıllık dönemin en ateşli evresinde, şiddetin gerilimin ve İsrail Devleti’nin baskılarına karşı Filistin’de sivil itaatsizliğin geniş çevrelerce örgütlendiği, İsrail mallarının boykot edildiği ve genel grevlerle direnişin Dünya kamuoyuna taştığı bir süreçte Samaria bölgesinde bir köyde geçiyor. Bu dönemde binlerce Filistinli hayatını kaybetti. Oyun kişilerini – üç kardeşi, Halit, Naim Davut-bu çalkantılı kanlı on yıllarca büyük acılarıyla birikmiş toplumsal gerçek belirliyor. Bu toplumsal gerçeğin kucağında, metnin ‘bir aile tragedyası’ olarak kazıdığı, daha iyi yaşanabilir bir toplumsal konum adına bireyin fedakarlığı, feda kültürünün beklentileri, konformizm ihanet, davaya bağlılık, korumacılık, öz kardeşlik tartışmalarını, -asıl büyük nedeni -İsrail Devletinin uygulamaları- silikleştirmeden- oyunculuk dramaturgisine içkinleştirmek gerekiyordu. Üç Kardeş. Evet, üç kardeş ama neredeki üç kardeş bu? Roller için karmaşık psikolojik katmanlara, tek bir yanıtı olmayan onlarca soruya prova yaptırmanın ön koşuluydu nasıl bir ateşten çanağın içindeyiz sorusu. Sahne çalışması için en zor soru budur. Duygusal olarak ilk belirleyeni oluşturmak. O oluşturulamazsa dipte olanı yontamazsınız. Üç çok iyi ve güzel oyuncunun -Sermet Yeşil, Tegin Özdemir, Devrim Özder Akın- sırat köprüsü buydu. Ve oradan tiyatronun zamanına harika bir biçimde geçtiler.
Birgül Sevinçli: Ilan Hatsor’un senaryosu tarafsız bakış açısıyla dikkat çekiyor. Siz sahnelemede bu tarafsızlığı korumayı yoksa çatışmanın bir tarafını bilinçli olarak öne çıkarmayı mı tercih ettiniz?
Mert Kırlak: Aslında pek tarafsız sayılmaz. Ülkesinin gerici kamuoyunun ateşini harladığı cadı kazanına kolaylıkla atılabileceği bir dönemde oldukça cüretkâr bir metin bu. Hatsor’un metni nesnelliğin dayattığı buz gibi gerçeklikle, zorunlulukların ve tercihlerin üçgeninde zor sorular soruyor. Metnin gücünün açığa çıkması zor sorulara nasıl yanıtlar ürettiğinizle ilgili. Metni güçlü bir sahne üstü metnine, iyi bir tiyatro yaşayışına taşımak istiyorsanız salt dar alanın politik inançlarını kerteriz alamazsınız. Bu metinde sizi büyük ölçüde körleştirecektir. İyi kurulmuş bir oyunun yaratıcı güçlerini haklı ama soğuk bir politik metnin pusulası var etmez. Doğası gereği dramanın kendi araçları var. Fakat genel olarak dramanın, özelde tiyatronun güzeli arayarak kendini inşa ederken bin yıllardır geliştirdiği vicdanı, barış, şenlik ve mutluluk isteğini yadsımak değil amacım. Bu istekleriyle tiyatro politik olan bir özlemin öznesidir. Ben okumamı bu tarihsel özlemin örsüne yatırdım.
Birgül Sevinçli: İsrail-Filistin çatışması günümüzün hassas konularından biri. Bu prodüksiyonda izleyiciyi politik bağlamdan uzaklaştırmak mı yoksa meselenin içine çekmek mi istediniz? Bunun için nasıl bir yol izlediniz? Güncel olayları ele almak için senaryoda veya sahnelemede herhangi bir değişiklik yaptınız mı?
Mert Kırlak: İnsanlığın son iki yüzyılda biriktirdiği bütün kazanımların- sağlık, barınma, eğitim çocuk, kadın, insan yaşam ve hürriyet haklarının- küle döndüğü bir cehennem fragmanı o topraklar, bütün dünya için. Bu başlı başına politik bir bağlam. Sizi belirliyor. Uzaklaşırsanız donarsınız, konuyla bir ilginiz kalmaz. Hatsor’un metninde olaylar bir kasap dükkânı kesimhanede geçiyor. Metnin bütün kazanımlarına, zeki sorularına karşın bu çok pornografik geldi bana. İyi bir metinde kendini kendi kamuoyuna şirin gösterecek bir sapma. Bence bu bir sapma. Bizim oyunumuz, depo musluğundan süt akan eski bir peynir üretim deposunda geçiyor.
Birgül Sevinçli: Maskeliler ’in son sahnesi hem şok edici hem de trajik. Bu sahnenin izleyicide bırakmasını umduğunuz duygusal etki nedir?
Mert Kırlak: Bu soruya yanıt vermeyeceğim. Seyircinin oyun ile buluşmasını umuyorum. Umarım konuşacak bir gökyüzümüz olsun. Konuşuruz.

Birgül Sevinçli: Kardeşlerden her biri—Davut, Naim ve Halit—yoğun iç çatışmalar yaşıyor. Bu mücadeleleri canlandırırken nasıl bir keşif süreci izlediniz ve karakterinizi nasıl somutlaştırdınız? Hazırlık sürecinde karakterinizin hangi duygusal veya psikolojik yönlerine odaklandınız?
Sermet Yeşil: Davut karakterini çalışırken, kendi ailemin, yakın akrabalarımın yaşadıkları çatışmaları düşündüm. Birbirleri ile olan ilişkilerindeki acımasız, kıyıcı, psikolojik baskı/mobing olarak okunabilecek davranışları ile oyun karakterlerinin arasında kurulan gerilimin benzerlikleri bana yol gösterdi diyebilirim. Filistin – İsrail toprakları olarak bilinen bölgede geçen oyunun, bizim coğrafyamıza hiç de uzak olmadığını fark ettim, karakter isimleri bile bize çok yakındı. Davut, Naim, Halit, Nazif, İhsan, Rıdvan adları oyunun karakter isimleri. Çok tanıdık değil mi?
Bu tanıdık isimler arasında yaşanan çatışmalarsa oldukça evrensel duygulara temas ediyordu; kardeşlik, aile bağları, güven, aidiyet hissi, gelecek kaygısı, korku, endişe, inanç ve benzeri duygular. Söz konusu bölgede yıllardır yaşanan savaş ortamının bir aile içinde nasıl çatlaklara yol açtığını, bu çatlaklardan içeri kişilerin ruhlarına kadar işleyen endişe, korku, güvensizlik, teslimiyet, inat, inanç gibi keskin duyguların, oyun metninde yer alan ilişkiler ağı içinde karakter repliklerine bezenmesi, bulaşması da, söz gelimi “oyuncu tarafından içselleştirilmesi” de, hem coğrafi olarak yakınlık, hem de “kader” olarak benzerlik gösteren bu ülke insanının davranışlarına, yaşayış biçimine, olaylara ve durumlara verdiği tepkilere dair benzerlikleri ile birleşince, hedef olarak düşündüğümüz “doğallığın” gerçekleşmesine yardımcı oldu. Daha anlaşılır ifade etmek gerekirse, prova sürecinde her bir karakterin eylemlerinde, seçimlerinde, tercihlerinde “haklılık” payının hakkaniyetle teslim edilmesine dikkat ettik. Sonuçta bir insan tamamen “kötü” ya da tamamen “iyi” olamazdı, onu iyi ya da kötü olmaya iten süreçlerin gerçekliğini savunmasına izin vermemiz gerekliydi. Maskeliler oyununda yazar Ilan Hatsor’ un işaret ettiği “verili durumlar içinde” karakterlerin seçimlerini içselleştirmek, doğallaştırmak, şimdi ve burada oluyormuşçasına sergilemek, böylece oyuncu için de ikna olabileceği bir evren yaratmak mümkün oldu diyebilirim.
Devrim Özder Akın: Üçü de, her insan gibi daha iyi bir hayatın özlemini duyuyor. Ama olağanüstü koşullar onların neredeyse günlük rutini haline gelmişken izleyenler sıra dışı bir koşula maruz kaldıklarını düşünüyor. Yaşadıkları hayat öyle çetrefilli, öyle karmaşık bir hal almış ki, artık kim haklı, doğru neydi, normal olan nasıl bir şeydi, anlamlarını yitirmiş bir halde, çok uzaklarda kalmış, zaman zaman anımsar gibi oldukları bir hayal gibi. Sadece üçü değil belki de yaşadıkları yerdeki tüm insanlar, paramparça olmuş hayatlarını, hayallerini yeniden kazanmak için kendilerine göre doğru olduğuna inandıkları bir yol çizmiş durumdalar. Üçünün de başka yolları, başka koşulları yoktu gibi sanki.
Bütün bunlar prova zamanında uzun uzun konuşuldu tabi ama ben gene de Naim için sözlerime devam edeyim. Vicdanıyla dahil olduğu mücadele arasında yorgun düşmüş biri. Elbette mücadeleye sonsuz inancı var. Fakat içinde var olduğu koşullar onu, vicdanıyla bir iç çatışmaya sürüklüyor ve tüm olanı biteni sorgulatıyor. Kabaca diyebilirim ki onu oluşturan her alanın birleşiminde Naim’i vicdanının ona gösterdiği yol üzerinden sadece bir insan olarak, Naim olarak var etmeye çabaladım. Sosyal kimlikleri elbette önemliydi ancak bu kimliklerin verdiği tuzağa düşmemeye özen gösterdik diyebilirim. Zira bu işin kolay tarafı olurdu.
Tegin Özdemir: Halit’in zor bir ailede büyüdüğü belli. Ağabeylerine saygı duyup seven ama onlardan çekinen bir yapıya sahip. Bu süreçte provalarda yaptığımız metin dışı doğaçlamalar, karar verdiğimiz Halit’in kırılgan ve çekingen haline çok destek oldu.
Birgül Sevinçli: Oyunda ailevi sadakat ile ideolojik farklılıklar arasındaki gerilim temel bir tema. Bu çatışmayı aktarırken hangi sahneleri performans açısından en zorlayıcı buldunuz? Bu anlarda özgünlüğü nasıl korudunuz?
Sermet Yeşil: Özgünlüğümü korumakla ilgili cevabı bir önceki sorunuzun yanıtında yeterince verdiğimi düşünüyorum. Biraz daha açmam gerekirse, klasik dramatik oyunculuk çalışması olarak tarif edebilirim, meraklısı için ise Stanislavski metodu merkezli bir oyunculuk tarzı seçtiğimi / seçtiğimizi belirtebilirim.
Oyunun final bloğuna ilerleyen üçüncü sahne, oynadığım Davut karakteri adına söyleyebilirim, diğer iki sahneden daha kısa olmasına rağmen, içsel gerilimin tırmanması adına beni daha çok yoruyor. Zamanın geçiyor oluşu, komitenin her an kapıda belirebileceği gerçeği, üçüncü sahnedeki ritmin de belirleyicisi olduğu için, sahnede özgünlüğü korumak adına bize çok yardımcı oluyor. O an, orada oluyormuşçasına davranmak böylece daha rahat oluyor.
Devrim Özder Akın: En zorlayıcı anlar daha önce de söylediğim gibi, vicdanıyla toplumsal koşulların ona yüklediği kimliğin arasında kaldığı anlar oldu. Bu noktada çıkışım gene Naim’in vicdanıyla oldu. Mücadeleye sonsuz bağlı, kurtuluşun ancak mücadele etmekle mümkün olduğuna inanan yönüyle, feodal bir toplumda, ailenin, akrabalığın her şeyden daha önemli olduğu bir toplumda, her şeye rağmen, ortanca kardeş olmak, ağabey olmak yönü arasındaki gitgeller ve tercihler çok zorlayıcıydı gerçekten.
Tegin Özdemir: Halit henüz yirmi yaşında olmasına rağmen kendi doğrularına inanma konusunda ağabeylerinden geride kalmıyor. İnanmak istemediği doğrular suratına vurulduğu zaman, bu onun için zorlayıcı bir durum haline geliyor. Bu sahneleri oynamak zorlayıcı ama keyifliydi.

Birgül Sevinçli: Oyun, hızlı sorgulamalar ve duygusal açıdan yüklü diyaloglar içeriyor. Bu sahneler tempo ve enerji açısından size hangi zorlukları getirdi? Yoğunluğun doğal ve zorlama olmadan hissedilmesini nasıl sağladınız?
Sermet Yeşil: Sağlam dramatik bir çatısı olan oyun metinlerinde bahsettiğiniz sahneler arasındaki tempo ve enerji (ritim) geçişleri, bir tür boza gibi kıvamlıdır; akışkan ama yoğun. Maskeliler oyunu da bu bakımdan yeterli donelere sahip. Özellikle zaman açısından oldukça sıkı bir kurala sahip; büyük abi Davut’u sorgulayacak olan örgüt komitesi köydedir ve onlar abiye ulaşmadan önce üç kardeşin konuşabilmeleri ve Davut’u -eğer mümkünse- aklayabilmeleri için en fazla bir saatleri vardır. Bu oyun kuralı hem dramatik yapıyı güçlendiriyor hem de karakter arasındaki yoğun, yüksek çatışmaları daha görünür kılıyor. Tempo ve ritim arasındaki gerilim böylece kurulmuş oluyor. Seyircinin ilgisini dağıtabilecek, oyunun ana kurgusuna hizmet etmeyen hiçbir gerilim kurulmamış oluyor. Ve böylece seyircinin ilgisi, üç kardeşin yaşadığı gerilime odaklanıyor, yoğunluğun doğal ve zorlama olmadan hissedilmesi sağlanmış oluyor.
Devrim Özder Akın: Elbette bol bol prova yaparak. Çünkü sahne öncesinde tasarladığınız ya da üzerine sohbet ettiğiniz çok az şey oyun bittiğinde aynı kalıyor. Kendinizi bırakıp anda olduğunuzda daha önce hiç farkında bile olmadığınız anlar, duygular kendiliğinden ortaya çıkıyor ve sizi bambaşka noktalara götürüyor. Tabi bütün bu süreç için ön çalışmanızı iyi yapmanız, çerçevenizi iyi belirlemiş olmanız gerekiyor. Bu nokta da yönetmenimiz Mert Kırlak’a bize açtığı alanlar ve kaybolduğumuz anlarda gösterdiği yol için sonsuz minnettarım. Tutabildiğimiz iplarin ucunu birbirine bağlamak tabi ki ciddi bir rol kondisyonu gerektiriyor. Bunun için de yine bol bol prova yapmak en gerçekçi çözüm oldu bizim için.
Tegin Özdemir: Bu tip metinlerde bahsettiğimiz tempo ve doğallığın oturması için oyunun enerjisini en uygun şekle sokmak ve tekrar tekrar oynamak gerektiğini düşünüyorum. Umarım bu sezon Maskeliler oyunu için iyi bir çalışma alanı olur.
Birgül Sevinçli: İzleyiciyle buluşmaya hazırlanırken, Maskeliler’den neyi almalarını umuyorsunuz? Oyunun izleyicilerde düşündürmesini istediğiniz belirli mesajlar veya sorular var mı?
Sermet Yeşil: Sanırım bu sorunun tek cevabı var: Savaş yıkıcıdır! Elbette seyirciyle buluşan bir oyun temyize gitmez, seyircinin yargısı kesindir. Çok net olarak seyircinin şunu düşünmesini, sorgulamasını, anlamasını istiyoruz diyemeyiz, oyun ve seyirci arasında kurulan iletişim biriciktir, tekrarı yoktur. Her seyirci kendi çıkarımını yapar.
Devrim Özder Akın: En büyük beklentimiz, izleyicinin bu oyunda kendine dair bir şeyler bulması. “Maskeliler” sadece politik bir anlatı değil; aynı zamanda insani bir hikâye. Kimliğin, sadakatin, aile bağlarının ve inançların çatıştığı bir düzlemde herkesin bir durup düşündüğü, “Ben olsaydım ne yapardım?” sorusunu kendine sorduğu bir deneyim yaratmak istiyoruz. Bazen bir an, bir cümle bile seyircide güçlü bir yankı bırakabilir. Bizim dileğimiz, oyunun bu yankıyı yaratması. Özellikle izleyicinin kendi vicdanıyla yüzleşmesini sağlayan bir ayna işlevi görebilmesi önemliydi bizim için.
Tegin Özdemir: Kansız bir çözüm, her zaman mümkün olmayabilir!
Birgül Sevinçli: Maskeliler’in prova süreci nasıldı? Oyunun hassas temalarını ve karmaşık karakterlerini ele alırken ekip olarak karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi? Oyun, hem kişisel hem de toplumsal trajedileri ele alarak etik soruları gündeme getiriyor. İzleyicinin bu ikilemler üzerinde düşünmesini sağlamak için performanslarınızda veya sahnelemede bu soruları nasıl vurguladınız?
Sermet Yeşil: Teknik problemlerden dolayı oyunu üç farklı şehirde prova yapmak durumunda kaldık. Bu hem bir zorluk, hem de yaratıcı bir alan açtı. Yaşadığınız şehirde evden çıkıp tiyatroya prova yapmaya gitmek, ister istemez biraz gündelik sıkıntıları da provaya getirmek anlamına gelebiliyor. Fakat yaşadığınız şehirden ayrılıp, başka bir şehirde prova yapıyorsanız, otel odasından provaya gitmek bir oyuncu için daha yaratıcı olabiliyor; bir nevi kampa girmiş oluyorsunuz, odaklanmanız daha hızlı ve kolay oluyor, böylece zamandan kazanmış oluyorsunuz.
Oyunu prova ederken, karakterlerin konuşma, davranış, tavır ve jestlerinin, söz konusu bölge insanın davranışlarına uygun olmasına özen gösterdik diyebilirim. Klişelere bulaşmadan, özgünlüğü korumaya çalışarak, karakterlerin durumlara ve birbirlerine karşı tepki-davranış biçimlerini önce içselleştirerek, daha sonra da rolün gerçekliğine taşıyarak ete-kemiğe büründürdük diyebilirim.
Devrim Özder Akın: Prova sürecimiz zorlu ama gerçekten çok keyifli bir süreçti. Tüm o bilgiyi oluşturmak ve bu bilginin içinde sürekli yer değiştirmek, demin de dediğim gibi kendinizde varlığının farkında bile olmadığınız duyguların anların ortaya çıkması, sahnedeki diğer oyuncuların ya da yönetmenin, bu ortaya çıkan inanılmaz an a göre, kendini rol kişisi olarak yeniden tanımlaması, bir oyucuya çok az oyunda nasip olacak bir ışımadır. Bence en büyük zorluk ortaya çıkan, üretilen onca bilgiden sonra, hangilerinden vazgeçip hangilerini tercih edeceğimiz noktasıydı.
Tegin Özdemir: Ben aslında ekibe yeni katıldım, bu oyun daha önce aynı ekip tarafından aynı rejiyle sahnelenmişti. İki hafta süren prova sürecimde Sermet Yeşil ve Devrim Özder Akın’la yaptığım provalar beni çok rahatlattı, yönetmenimiz Mert Kırlak oyuna ve ne anlatmak istediğine çok hakimdi, onların önceden kurduğu bu yapıya dahil olmak eğlenceli ve güvenliydi.

Birgül Sevinçli: Maskeliler, sadakat, ihanet ve aile gibi evrensel temalara dokunuyor. Bu temaların izleyicide nasıl karşılık bulacağını düşünüyorsunuz? Oyunun özellikle dikkat çekeceğini düşündüğünüz yönleri nelerdir? Sizce oyun barış için bir umut ışığı sunuyor mu, yoksa çatışmanın kaçınılmazlığını mı öne çıkarıyor? Bunu çalışmanızda nasıl yansıttınız?
Sermet Yeşil: Bahsettiğiniz temaların evrensel olduğunu düşünüyorum. Coğrafi olarak da bizden çok uzak olmadığını. Böylece seyircinin empati kurması kolaylaşıyor. Bunu, metni ilk kez okuduğunuzda da anlıyorsunuz zaten. Geriye iyi bir düzenleme, sağlam bir dramaturgi gibi sahnelemenin gerekleri kalıyor. Anlatılan konunun yaklaşık yetmiş seksen yıldır güncel olması ve dünyanın şu anki durumuna bakılırsa bir bu kadar zaman daha güncel olacağını öngörmek, oyunun üzerindeki seyirci ilgisinin eksilmeyeceğini de gösteriyor maalesef.
Oyunun üçüncü sahnesinde, küçük kardeş Halit’in abilerine “ Kansız bir çözüm istiyorum ben” sızlanışı, gelmekte olan kuşağın bölge sorunlarına dair daha barışçıl, daha rasyonel çözümler istediğini düşünmemize sebep olabilir. Topyekûn oyunun kendisi ise bence, “umutlu” bir gelecekten ziyade, “sorumlu” bir şimdiki zaman sorgulaması bırakıyor. “Barış için sen ne yapabilirsin?” Oyunun genel sorusu bana kalırsa budur.
Devrim Özder Akın: Sahnedeki her çelişki, her suskunluk, her öfke patlaması aslında bir etik soruya işaret ediyor. Naim’in karar anlarını, iç çatışmalarını, dönüşüm anlarını abartmadan ama saklamadan göstermeye çalıştım. Seyircinin o anlarda kendi sınırlarını ve kararlarını düşünmesi için alan bırakmaya, Naim’le birlikte o anda olmasını sağlamaya çalıştım. Bu noktada seyirciyle aramızdaki görünmeyen bağ çok önemliydi. Sanırım demin ki tempoyla ilgili sorunuza cevap ta burada. Bütün bu anlar oyunun temposunu kendiliğinden oluşturuveriyor.
Tegin Özdemir: Oyunda kendi kutsallarına inanan üç erkek kardeşin ulaşamadığımız anılarını, geçmişte yaşadıklarını, çıkarlarını ve hissettiklerini söylemek isteyip çıkaracak ses bulamayışlarını izliyoruz. Hikâyesi ne kadar çarpıcı, güncel ve kıtalara yayılmış olsa da aslında en nihayetinde bu bir aile meselesi.

Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde İnsan Kaynakları okudu. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerin Lojistik ve Finans birimlerinde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen kurumsal firmalara danışmanlık yapıyor. Birçok STK’da gönüllü olarak çalıştı, bireysel yardım projeleri aktif olarak devam ediyor. Yollar, kitaplar ve fotoğraf en büyük tutkusu. İlk kişisel fotoğraf sergisini 2018 yılında açtı. Kafalar Hep Karışık projesinde yer almaktan mutluluk duyuyor. Şiire, yollara, çocuklara ve gelecek güzel günlere inanıyor. Çizdiğini yazdığını kendine saklıyor. Okuyor, okuyor okuyor…