Ekranlarda gördüğümüz savaş görüntülerine üzülüyor, öfkeleniyor ama bir süre sonra kaldığımız yerden hayatımıza devam ediyoruz. Oysa kimi insanlar sessiz kalmamayı, gördüğü acıya kelimelerle karşı koymayı seçiyor. Çiğdem Sezer de onlardan biri. Yeni romanı Yeryüzü Güvercinleri, savaşın ortasında kalmış bir kız çocuğunun gözünden insanlık, umut ve iyilik üzerine dokunaklı bir hikâye anlatıyor.
Sezer, romanında savaşın yalnızca cephelerde değil, evlerin içinde, mutfaklarda, çocukların kalbinde yaşandığını hatırlatıyor. Leyla’nın hikâyesi, hem yıkımın hem de yeniden doğuşun sembolü. “İyiliğin kuşları” adını verdiği sağlık çalışanlarıyla, karanlığın ortasında bile insanlığın nasıl ayakta kalabildiğini gösteriyor.

Yazar, “İyilikten vazgeçmek savaşa hizmet etmektir,” diyor ve ekliyor: “Yazmak, yaşadığım çağa tanıklık etmenin bir yolu.”
Biz de bu güçlü tanıklığın izinden giderek, Çiğdem Sezer’le savaşı, çocuk bakışını, iyiliği ve umudu konuştuk.

Sizi, Yeryüzü Güvercinleri’ni yazmaya yönlendiren temel duygu ya da olay neydi?
Öylece durup bakıyoruz ekranlardaki savaş görüntülerine. Yıkılan kentlere, ölen, sefalet çeken çocuklara… Kızıyoruz, üzülüyoruz ama sonra dönüp çayımızdan, kahvemizden bir yudum alıp devam ediyoruz. Hayatın olağan akışı bunu getiriyor; ama bu alışmamızı, tepkisiz kalmamızı haklı çıkarmaz. Dünyanın gözü önündeki çağın bu trajedisini yaşanmamış kılamasam da sessiz kalmakla tepki vermek arasında bir seçim yapabilirdim. Tepkiniz, karşıt eylemler yapmak ya da gücünüz varsa politik arenalarda düşüncenizi paylaşmak olabilir. Ya da başka bir yol… Ben, en iyi yaptığımı düşündüğüm alanda tepkimi göstermek istedim; yazmak.
Savaş gibi ağır bir temayı bir çocuğun gözünden, özellikle de bir kız çocuğunun gözünden, anlatmak oldukça cesur bir tercih. Bu tercihin arkasında nasıl bir düşünce yer alıyor?
Başkahramanımızın kız çocuğu olması içgüdüsel bir tercihti sanırım. Savaşın yalnızca alanlarda yaşanmadığını; evlere, odalara, mutfağa, yatağa kadar ulaşan boyutunu anlatmak için… Bombalar patlarken bile kaynaması gereken bir tencere olduğu gerçeğini en iyi bilenlerin kalbiyle duyumsatabilmek savaş gerçeğini. Babalar ve oğullar savaş alanlarındadır ve arkada kadınlar ve çocuklar kalır. Dünyanın tekerleği dönmeye devam etmelidir. Çocuklar doyacak, ısınacak, hastalar bakılacak… Bir de yalnızca savaş değildir anlatmamız gereken; arkasında bıraktığı enkazın hasarını nasıl onarmalıyız? Nereden başlamalıyız kalan hayatımıza? Ve nasıl? Ölenlerin yasını tutmaya bile fırsatı olmayan kadınlarla, kızlarla elbette. Bütün bunlar kafamın, kalbimin içinde dönüp duruyordu ve kahramanımızın cinsel kimliğini düşünmedim bile. Elbette bir kız çocuğu olacaktı. Bu trajediyi bütün boyutlarıyla yansıtmak istiyorsam, başka türlüsü eksik kalırdı.
Çocuğun gözünden anlatmaya gelince; savaşı yetişkinler çıkarıyor zaten. Ve bu konularda hem akademik/politik hem edebi pek çok eser yayınlanıyor. Ama çocuklar söz konusu olduğunda travmatik konulardan uzak durulmalı gibi düşünülüyor. Oysa bu hayatı bizimle yaşıyor onlar ve her şeyin bedeline ortak oluyorlar. O zaman hiç değilse çocuklar için “Daha barışçıl bir dünya algısı için ne yapmalı?” diye sordum kendime ve Yeryüzü Güvercinleri çıktı ortaya.
Sizce çocuk bakışı, yetişkinlerin çoğu zaman unuttuğu, duyarsızlaştığı hangi gerçekleri ortaya çıkarıyor?
Unutmak değil de kanıksamak belki. Yok saymak… Oysa çocuk görür, hisseder, sorar… Böylece hatırlatır yetişkinlerin unutmuş gibi yaptığını.
Leyla, sağlık çalışanlarını “iyiliğin kuşları” olarak nitelendiriyor. Bu karakterler romanda oldukça önemli roller üstleniyorlar. Peki sizin için bu karakterler neyi temsil ediyor?
Leyla yalnızca sağlık çalışanlarını değil, savaşa karşı duran herkesi böyle nitelendiriyor. Ama kişisel yaşamında çevresi bir hastaneden ve oradaki sağlık çalışanlarından oluşunca onun iyilik kuşları da bunların arasından çıkıyor. O karakterler savaşı yaratan dünya algısının tam tersini simgeliyor. “Yaşatacaksın” der, ilk sağlık öğretisi. Dost ya da düşman, varsıl ya da yoksul “yaşatacaksın”. Bir “can”ı yaşatmak için bunca çaba verince, savaş vb. nedenlerle o canlara tereddütsüz kıyılması kabul edilemez. Emek verdiğiniz her şey daha değerli değil midir? Sağlık çalışanları için de bu bakış açısı geçerli. Elbette her camiada olduğu gibi orada da çürük elmalar vardır ama Leyla’nın iyilik kuşları gibi olanlar da azımsanmayacak kadar çokturlar.
Romanda “iyilik” ve “empati” kavramları oldukça yoğun bir şekilde hissediliyor. Bu kavramlar sizce savaş gibi bir karanlığın ortasında ne kadar gerçekçi bir direnme biçimi olabilir?
Ne kadar olabilirse! Bunlardan vazgeçmek savaşa hizmet etmek anlamına geleceğine göre, vazgeçmemek de bir direnme biçimi olarak kendini koruyacaktır. Leyla “İyiliğin Kuşları” diyor ama biz biliyoruz ki savaş karşıtı olmak, barışa ve hayata adanmış olmak “iyilik” değildir. Çağından sorumlu insan olmaktır yalnızca. Bu kitabı yazmak beni iyi biri yapmaz; yaşadığım çağa tanıklık etmek sorumluluğumu yerine getirmeme katkıda bulunur ancak.
Leyla’nın patlamalar nedeniyle ailesinden kopması ve ardından yaşadığı, adeta yeniden doğuş süreci güçlü bir sembolik anlatım. Bu süreci nasıl kurguladınız?
Romanda mekânı ve duygu atmosferini nasıl yaratır bir yazar? Elbet kendi yaşam deneyimlerinden (okuduklarımız, izlediklerimiz, dinlediklerimiz de bu deneyimin bir parçasıdır) esinlenerek. Bir hastanenin çocuk servisinde iki yıl görev yaptım, 99 depremini ve ardında bıraktığı yıkımı yaşadım. İnsanların nasıl devam edebildiklerini hem yaşayarak hem gözlemleyerek içselleştirdim. Ölümle yaşam arasındaki o hassas tahterevalliye hem bindim hem de binenlerin yolculuğuna eşlik ettim. Tüm bunların etkisi olmuştur mutlaka.
Patlamadan sonraki hastane sürecinin başlaması aşamasında yazmaya bir süre ara verdim; sizin yeniden doğuş dediğiniz süreci kafamda oturtabilmek için. Birkaç yazma denemesinde hemen bırakıp kalktım. Bir şeyler oturmamıştı. Sonra bir gün her şey yerli yerine oturdu ve yeniden yazma sürecine girdim. Romanın ilerleyişine önce benim bütün kalbimle ve beynimle ikna olmam gerekiyordu. Sonrası yazıya dökmekti.
Romanın sadece çocuklara hitap ettiğini söylemek büyük bir haksızlık olur. Yetişkin okurun durup düşünmesi ve hemen ardından harekete geçmesi için önemli bir kılavuz kitap olduğunu düşünüyorum. Bu bilinçli bir tercih miydi?
İyi bir çocuk kitabının aynı zamanda yetişkinler için de yazılmış olduğu gerçeği çok dillendirilmese de bilinir. Bu anlamda düşünceniz çok kıymetli. Çok hassas bir konuyu anlatmayı seçtim ve söyledikleriniz kitabın yerini/dilini bulduğunu işaret ediyor. Teşekkür ederim. Evet, bilinçli bir tercihti.
Sizce yazar, eserleriyle barışa katkıda bulunabilir mi?
Dedikleri gibi, bir kitap, bir şiir bombanın etkisini değiştiremez ama bombayı atacak pilotun düşüncesini değiştirebilir. Yeryüzü Güvercinleri’ndeki askerlerden birinde olduğu gibi. Barışa katkı sunmak! Evet, koca bir okyanusta minik bir damla olarak da olsa…
Çocuk edebiyatı yazarı olarak çocuk edebiyatının savaş gibi ağır temaları anlatma sorumluluğuna dair neler söylemek istersiniz?
Böyle bir sorumluluğu yüklemek ne denli doğru olur bilemem. Kendi adıma konuşabilirim ancak; üstte de dediğim gibi, yaşadığımız çağdan sorumlu olduğumuzu düşünüyorsak bir şeyler yapmalıyız. Yazarak, çizerek, söyleyerek, karşı durarak ya da yanında olarak. Dünya güllük gülistanlık bir yer değil, olmayacak da. Savaş ve her türlü felaketle çepeçevre kuşatılmışız. Daha neler var üstelik… Yaşları ve dünya algıları gözetilerek, uygun bir üslupla hemen her konuyu çocuğa aktarabilmeliyiz.
Yeryüzü Güvercinleri’nde bir dil işçiliği de gözlemliyorum. Dil çok sade ama bir o kadar etkileyici. Anlamın yoğunluğu okuru ele geçiriyor. Bu dengeyi kurarken nelere dikkat ettiniz?
Çocuk algısı ve üslup derken işaret ettiğim tam da bu aslında. Dil işçiliği yazarın olmazsa olmazı. Kalanı da o işçiliği üsluba dönüştürebilme yetisi. Bireysel olarak şairliğimin ve şiirle kırk küsur yıldır hemhal oluşumun da katkısı olmuştur. Bu düşünceniz için de teşekkür ederim.
Leyla’nın gözünden savaşı anlatmak size ne tür bir yazınsal özgürlük ya da zorluk sundu? Hikâye, sizde nasıl bir duygusal süreç yarattı?
Yazınsal özgürlükten çok zorluk vardı. Konu zaten çok can yakıcıydı ve yazarken o süreçleri yaşıyor gibi acı çekiyordum bazen. Bazen de “Burada oturmuş kelimelere dans ettirerek ne yaptığını sanıyorsun, savaş sürüyor, çocuklar hâlâ ölüyor,” diye kendime söylenirken buluyordum kendimi. Zor bir süreçti, evet. Ama yayınevim ve editörlerim (ve birkaç yazın dostum) bu zor süreçlere fenerler tutarak devam etmemi sağladılar. Hepsine ayrı ayrı teşekkür borçluyum.
Roman boyunca umut duygusu çok canlı bir şekilde varlığını hissettiriyor. Onca yıkıma, kayba rağmen umudu diri tutmayı nasıl başardınız?
“Burası dünya/acının ucuna bucağına/varmanın yol haritası” demiştim bir şiirimde. İnsan acının ucuna bucağına varıyorsa, oradan dönmenin yollarını da buluyor demektir. Benim hem özel yaşamımda hem de bu romanda umudu diri tutabilmemde bu bilginin payı çoktur. Ya tek açılı bir görüntüye açacaksınız pencerenizi ve her gün aynı manzaraya bakacaksınız ya da çepeçevre dönen bir pencereden acının her türüne uğrayıp kendinize yeni bir denge oluşturacaksınız. Bu da her koşulda umuda açılan bir minicik delik demektir. Size düşen, o delikten bir pencere yapmayı başarmak.
Araya serpiştirdiğim şarkı ve şiirlerin de payı var elbette. İyi bir şiir, iyi bir müzik mucizeler yaratamasalar da hayata inancımızı tazeler. Varoluş hazzını duyumsatır. Umudu diri tutmanın olmazsa olmazıdır varoluş hazzını koruyabilmek. Evet, savaşta ve her türlü trajedide. Yoksa niye savaş enkazında çalınan bir piyanonun sesi olağanüstü etkilesin ki insanı! Bir ressamın fırça darbeleri ölüme inat aşama tutunmayı çağrıştırsın! Sanat var oldukça ölümün karşısına yaşamı, savaşın karşısına barışı, karamsarlığın karşısına umudu koymaya devam etmek mümkün. Ve böylece belki başka bir dünya algısı oluşturabilmek. Neden olmasın! Leyla için bazen bir şiir, bazen bir ninni, bazen bir şarkı bu etkiyi yaratır diye umdum. Bunu onaylıyor olmanızdan kıvanç duyarım.
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.
