Bulutlar. Göz gözü görmüyor bulutlardan. Gökyüzüyle yeryüzü bir olmuş, karabasan çöküşünde koyu gri bulutlar. Kat kat, elle dokunulacak yoğunlukta. Korkuyorum, çok korkuyorum. Buraya doğru mu geliyorlar? Gözlerim dehşetle alabildiğine açılıyor. Bulut değiller mi yoksa? Biçimleri başkalaşıyor, gövdeleri, dalları, kurumuş yaprakları, koyu gri açılmada. Ağaçlar, sapsarı çöle dönmüş ovada, koyu gri kasvet rengine bürünmüş ağaçlar, buluttan meşeler, gürgenler, ceviz, badem, kızılcık ağaçları. Meyveleri büzüşmüş, fersiz, tükenmiş ağaçlar.
Gözlerimi açıyorum. Ağaçlar. Odadayım. Yanı başımda gömme dolap. Rüyaymış. Kalkıp diğer odaya gidiyorum. Pencereleri ovaya açılan odaya. Balkona çıkıyorum. Gökyüzü nasıl kararmış. Bulutlar yere mi inmiş? Rüyamdaki dehşet üzerime üzerime geliyor. Gövdeleri, dalları, yaprakları olan bulutlar. Yapraklar kupkuru, bulut kıvrımlarında gri dallar, uçları kuru pençeli.
“Ah ağaçlarım, ah!”
Sese dönüyorum, dedem! Ne zaman gelmiş? Hiç duymadım. Gözlerinde yıldırım çakımları, dağlayıcı bir ateş.
“Bak kızım, gökyüzü küstü bize. Ağaçları almaya gelmiş bulutlar.”
Elimden tutuyor, tahta parmaklıklara yaslanıyoruz. Göz alabildiğine yemyeşil, sevinçle dedeme sarılıyorum. Yeşil rüzgarlar esmeye başlıyor, buram buram yaz, mavinin ferahlığını toplamış kucağımıza seriyor. Dedemin bembeyaz sakallı ışık ışık yanaklarını öpüyorum, kabus pılısını pırtısını alıp gitmiş demek ki! Yanaklarıma bir ıslaklık değiyor, dedeme bakıyorum, gözleri kederli birer yıldız. Başını iki yana sallıyor, eliyle ufku gösteriyor. Şaşkınlıkla bakıyorum, kara bakışlı katman yığınlar çölleşmiş ovanın sarısına çöküyor, cehennemi yalım sıcağı çullanıyor üzerimize. Mavi yeşil düş dağılıp gitmiş çatlamış toprakta. Kurumuş artezyenden yokluk iniltisi yayılıyor. Kuruyup kalmış kütükler, parça parça gövdeler. Bahçede tek tük ağaçlar, yokluk korosunun fersiz solistleri. Sessizliğin korkunç bunaltısına elimizi uzatsak dokunacağız.
“Kendim diktim bu ağaçları tarlanın kenarına. Bak, şu meşeyi görüyor musun, dedem dikmiş onu. Altında az mı dinlendik sıcağın bağrında çalışırken? Senelerce okşadım dallarını, onlar da okşardı beni, yaprakları yüzümü severdi. Sırtlarına yasladım mı sırtımı, tamamdı, bilirdim, yağmur vakitlice yağacak, buğday altın sarısı gülücükler saçacak. Gövdelerine beşik yapardık bebeklerimize, gölgede uyurlardı. Büyüyen çocuklara salıncak, hiç itiraz etmezlerdi. Kuşlar gün doğmadan başlarlardı türkülerine, güneşi selamlardık onlarla. Yağmur yağmışsa diplerinde mantarlar, kahvaltımızda doyururlardı bizi. Cevizimin dolgun tanelerini selamlar, gelir, şu artezyenden buz gibi suyu çeker yüzümü yıkardım, koparır dalından kızılcığımla serinlerdim. Komşum dutlarından getirir, bahçede semaver çayımızı içerdik.”
Sedire oturuyoruz yan yana, gözlerimiz kasvet bulutlarıyla yaşlı, yağmur ha yağdı ha yağacak. Ürperiyorum, ateş fırtınası mı çıkacak? Kasketini çıkarıyor dedem, terli başını cebinden çıkardığı tertemiz mendiliyle siliyor. Gözlerini kuruluyor. Başımı omzuna yaslıyorum.
“Tarlaları ayırmış da büyükler, ağaçlar başkasının malı olmuş. Eline baltayı, testereyi alan kesmiş de kesmiş ağaçları, yemesinmiş başkası meyvelerini. Yalvardım, tutamadım ellerini, kıydılar güzel yavrularıma, yavrularımıza, dayanaklarımıza. Kim yerse yesin, insan yesin, kuşlar, haşerat. Ağaç neşelenmiyor mu sunduğu meyvelerinin yenmesinden? Dedem görüp sevinmiyor mu? Neşemizi kestiler, yerle bir ettiler bağırlarımızı. Yağmurumuzu biçtiler, rüzgarımızı ateşe verdiler. Çorak, çorak ova, mirasımız bu işte, sapsarı bir kuraklık.”
Başımı okşadı. Ayağa kalktı, gözlerinde yıldırım yalımları. Gökle yer birleşik, ağaçlar açmış ufukta, küskün, kırgın, yağmur sıcağı üstümüze üstümüze geliyor.
“Halan da ‘Ben kesmeseydim onlar kesecekti,’ deyip vurmuş baltayı evladımın beline. Büyükleriydi o yavrum benim, cevizim de kanımdan canımdan. Canımı alanların evinde durulur mu? Sen de durma kızım, yuva değil zindan burası. Yağmurun vurulduğu yerde durulmaz, insan olan insan vardır elbet, yoksa ağaçlarımızın bağrına. Gökler gelmiş ağaçlarımızı kucaklamaya, orada açacaklar artık bak. Gökyüzü, işte barınağımız. Ağaçlarımızla birlikte.“
Gözlerimi açıyorum. Ateşler içindeyim, sıcaktan nefes alamıyorum. Odadayım. Yanı başımda dolabı görüyorum. Rüyaymış. Kalkıp diğer odaya gidiyorum. Pencereleri ovaya açılan odaya. Balkona çıkıyorum. Cehennemi yalım sıcağı sapsarı ovaya çökmüş. Kara bakışlı katman yığınlar gökyüzünde.
“Bulutlar toplanıyor toplanıyor, bir türlü yağamıyor.” İrkiliyorum. Halam, elini beline koymuş, ter yanaklarından akıyor. Yemenisinin ucuyla siliyor yüzünü.
“Hadi, semaverde çay yaptım. Kahvaltımızı yapalım. Tarlaya gideceğim. Buğdaylar kurudu kaldı, bir bakayım. Sabah fasulyeleri suladım, nafile, hiç dökmeyecekler galiba.”
Dudaklarım titriyor, konuşamıyorum. Başımı iki yana sallıyorum. Eşyalarımı topluyorum. Halam şaşkın şaşkın bana bakıyor. Duramam burada. Arabama atlıyorum. Dedemin yanına önce. Toprağını okşuyorum, güzelce suluyorum, çiçeklerini okşuyorum. Başucundaki çama sarılıyorum, mavi-yeşil bir ferahlık yayılıyor içime, öpüyorum ağacı. Dedemin ışıltılı gözlerini görmüş kadar oluyorum. Yola koyulacağım şimdi. Dedem yolumu gösterdi, ağaçların kardeşliğine, mavi-yeşil kucağa.

1972 yılında İstanbul’da doğdum. Liseden sonra İngilizcemi geliştirme amacıyla bir yıllığına İngiltere’ye gittim. Döndükten sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Mezun olduktan sonra yurt dışı ve yurt içinde özel sektörde çalıştım. Küçüklüğümden itibaren amatör olarak şiir, deneme, öykü ve roman çalışmalarım oldu. Evli ve iki çocuk annesiyim. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, film izlemeyi, tiyatro, opera ve baleye gitmeyi, müze ve sanat galerilerini ziyaret etmeyi severim.