Konuşmam gereken zamanlardaki suskunluklarım
Hep içimdeki balçığın ağırlığından…

Bazı şeyleri izah etmeye başlamanın girizgahı yoktur. Gerek de yoktur.

Sanatçının muhalif olma durumu politik ideoloji ile sabit değildir. Sanatçının muhalifliği; insan olmanın erdemlerini yok sayan, dejenere eden, kendine evirmeye çalışan her türlü tutum ve davranışa yönelik bir muhalifliktir. Yani günümüz konjonktüründeki gibi muhalif olmak salt iktidarlara karşı durmak değil, bir davranış biçimi, bir ilkeler bütünüdür.

Aslında bu yönü itibari ile bile bizde hâlâ bazı kavramların ne kadar yüzeysel algılandığını görebiliyoruz. Yani neredeyse, hatta neredeyse demeyeyim, bizatihi öyle; eğer mevcut gündeme dair belli çevrelerle ortak reaksiyona girmiyorsan “sen ne biçim sanatçısın” oluveriyor. Yani birileri, her nasılsa, kendilerince protest bir dil geliştiriyor ve seni de aynı dili konuşmaya zorluyor, karşılık bulamazsa linç edebiliyor, itham edebiliyor, edebiliyor da edebiliyor. Ve bu yönüyle eleştirdiği mekanizmaya ne kadar da yakın bir tavır sergiliyor aslında! Oysa sanatçının muhalifliği tümden redde dayanmıyor muydu?

İçeriklerinde temel hak ve özgürlüklere dair söylemden geçilmeyen, anayasa ve evrensel insan haklarından daima dem vuran, buna karşın kendi meslektaşlarına karşı büyük bir sömürü ve istismar düzeniyle yürüyen bir sektörün bileşenleri tarafından linç edilmek de ne bileyim…

Bu yapılan, malumun ilamındaki; taraf olmayan bertaraf olur, söyleminden ileri gelmek değil de nedir ey Romalılar?

Benim gündelik ya da genel bir konuda seninle aynı şiddette reaksiyon gösterecek olmamı kim tayin ediyor? Dahası sanatçı olmanın parametrelerini buna kim dayandırıyor? Dünyanın her neresinde bir adaletsizlik, kanunsuzluk, zulüm varsa buna karşı durmanın her bireyin kendi etki alanı içerisinde farklı yolları olamaz mı? Sosyal medyada belli içerikleri viral kılmanın benim de bir ödevim olduğunu kim söylüyor? Belki de siz sizinle konuşmuyor olmamı sessizlik sanıyorsunuzdur? Olamaz mı? Olabilir.

İsmi sendika, kooperatif, platform vb. olan oluşumlara (yapıcı) eleştirilerimi yönelttiğimde, “Bunları mutlaka konuşalım” deyip daha sonra arayıp sormayan ilgili kişileri ben sessizlikle suçluyor muyum?

Sanatçılardan bu kadar beklenti içinde olunmasını da anlayamıyorum. Kapitalist ve materyalist sistemlerde soyut üretimin etkisi ne olabilir ki? Sanatçının dünyayı daha yaşanabilir kılmak gibi tek başına bir sorumluluğu mu var? Gökyüzü çökerse hepimiz altında kalmayacak mıyız? Neden Atlas biz oluyoruz? Ayrıca bir opera temsili sonucu tahtından olan bir kral gördünüz mü? Ya da bir resimle gelen bir devrim? Ya da bir tiyatro oyunuyla… Hayır. Neden? Çünkü sanat, bir idealar dünyasıdır. Somut ve koşullandırılmış görevleri olamaz. Kendi serbestisi içinde ideal olana yaklaşım gösterir.

İşte bize dayatılmaya çalışılan şey bu. Kendi muhakeme yeteneğimizi şimdiden birilerinin tayin etmeye çalışması.

Vermek istemediğim ama şu yazıya konu olan söylemlerin acayipliğini vurgulamak adına vereceğim bir örnek de var: Yahu dünyaca ünlü bir piyano virtüözümüz var. Annesi vefat ediyor. Dönemin en üst düzey devlet yöneticisi telefonla taziyede bulunuyor. Buna karşılık sanatçımız da daha sonra kendisini konserine davet ediyor. Yönetici bu davete eşiyle birlikte icabet ediyor. Konser bitimi sanatçıyla el sıkışıyorlar, sanatçımız tebrikleri kabul ediyor ve ayrılıyorlar. Ve… Bizim eyyam ordumuz hemen iş başına koyuluyor. Sanatçı neden telefonunu açmış? Neden konserine davet etmiş? Neden elini sıkmış? Vs. Vs. Telefonu niye mi açmış? Siz hiç daha önce… Neyse. Konserine davet etmeyip ne yapacak? Sanatçının sunabileceği şey bu. Gel sana köfte ısmarlayayım diyecek hâli yok ya? Son olarak birinin size uzattığı eli sıkmak onunla anlaştığınız, uzlaştığınız, aynı görüşleri paylaştığınız anlamına gelmez. Sadece nezaket ve görgü gereği (tabii bunlara sahipseniz) de uzatılan bir eli geri çevirmezsiniz.

Doğrudan ya da dolaylı yoldan birbirimizin itiraz mekanizmasını yargılamak ne meslektaşlığa ne geçmişten gelen hoca – öğrenci ilişkimize ne de dostluğa sığar, bilin istedim.

Konunun bir başka yönü ise; hasbelkader şu sanat uğraşıyla kendine birtakım edinimler sağlayabilmiş, en azından önündeki birkaç yılı şimdiden tolere edebilecek direnç esnekliğine sahip meslektaşlarımızın bilhassa genç kuşak sanatçıları bu “tanımlanmış” protest söyleme şiddetle ortak etmelerini anlamıyor olmam. Bu çocuklara öncelikle siz bir geri durun en önde biz konuşuruz size bir zeval gelmesin denilmesi gerekmiyor mu? Henüz yaşamında hiçbir korunaklı alanı olmayan bu insanlara şimdiden sırf sanatçı duruşu kisvesi adı altında adli sicil yüklemenin hiçbir insani yanını göremiyorum ben. Bu çocukları bu şekilde yüreklendirip sonra yine kendi sisteminizin dışında bırakacaksınız. Yapmayın.

Hazır konu bu noktaya gelmişken, bir şerh düşerek devam etmek istiyorum: Öncelikle sanatçıdan kasıt “ünlü olma durumu” ise zaten sanatçı kavramından aynı şeyi anlamıyoruz demektir. Benim üzerine titrediğim ya da savunusunu yapmakla kendimi sorumlu hissettiğim kitle malum; hâlâ çabalamak zorunda olanlar.

Burada bu şerhi sanat ya da sanatçı kavramını yüceltmek için koymuyorum zira bu kavramlar kadim insanlık tarihinden bu yana var oldukları için benim yüceltmeme de bu noktada zaten hacet yok. Sanat binlerce yıldır var ben ise otuz altı yıldır gezegendeyim. Fakat günümüzde alternatifin bu kadar bol olduğu bir mecrada kendini var etmek için debelenen genç kuşak sanatçıların biraz bu noktada suskun kalması, kısmen mesleğinin hemen başında olup kamusal ya da ödenekli kurumlarda çalışıp, bir süre bu dinamikleri korumaktan başka çaresi olmayan insanları ne ile itham ediyorsunuz? Bir düşünün.

Sanatçının mesleğini yaparak hayatını kazanabilmesinin nasıl ısırganlarla dolu bir yoldan geçtiğini hepimiz bildiğimiz hâlde nasıl pervasızca onların yarınlarını gözetmeden konuşabiliyoruz?

Her ne konuda olursa olsun, itiraz etmek, beyanda bulunmak, direnmek akil bir yaklaşım gerektirir. İnsanın sağduyulu olmaya en ihtiyaç duyduğu dönemler bu gibi dönemlerdir. Ama benim derdim her zaman olduğu gibi genç kuşak sanatçılar.

Canım gençler! Elbette dünya görüşünüz ve duyarlılıklarınız dahilinde size haksızca görünen her türlü tutumun karşısında olun. Fakat bunu yaparken kendi hür iradenizle, hiçbir lobinin klik davranışına denetimsiz ortak olarak tepki vermeyin. Bırakın size ne derlerse desinler. Sizi buraya sürükleyenler bilin ki sizin ne dostunuz ne de meslektaşınızdır. Bu söylediklerim belki bir çoğunuza anlamsız gelecek şu an için hatta belki beni anlamayacak, öfkeleneceksiniz belki de bana. Ama göreceksiniz ki; kıt kanaat elinizde tuttuğunuz, kendinizi var etmek için ortaya koyduğunuz o emeğiniz de sizden alındığında bir süre gündem olacak sonrasında unutulacaksınız. Sizi bu yönde telkin edenler sizin bir tane faturanızı ödemeyecekler, kaç yaşına gelip de hâlâ ailenizden destek almak zorunda kalmanın mahcubiyetine ortak olmayacaklar.

Ve inanın ki ben bunları oturduğum yerden konuşmuyorum. Yaşamımda bir dönem aynı kaygılar üzerine birlikte mücadele verdiğim, itiraz ettiğim, dayanışma içinde olduğum, ortak tavır içerisinde olduğum birçok dostum ve meslektaşım oldu. Ve bu dostlarımdan bazıları, ne yazık ki o gün haklı olduğumuzu bildiğimiz hâlde bu ortak tavrın bedelini ömürleri boyunca ödemeye mahkûm edildiler. Kimilerinin artık hiçbir kamusal düzende mesleğini yapma imkanları yok. Büyük puntolarla çığırtkanlık yapanlar ise hâlâ kendi rutininde devam edebiliyor oysaki… Soruyorum şimdi, istediğiniz bu mu?

Sonuç olarak ifade etmeye çalıştığım şey asla pasif bir direniş gösterip tümüyle yaşamımızda olan biten her şeye karşı kayıtsızca bir kış uykusuna yatalım düşüncesi değil. Sadece toplumsal bir olay gündem hâline geldiğinde her kesimin ve o kesimin her mensubunun aynı oranda reaksiyon göstermeye zorlanması, gündemin ardından bazılarımız için telafisi daha zor durumlar ortaya çıkarabilir. Burada kişinin öz dinamiklerini göz ardı etmeden, yargılamadan bulunabileceği ölçüde onu paydaş kılmak önemlidir. Bunu bir nevi bağış kampanyası gibi düşünelim. Nasıl ki böyle bir durumda herkes bütçesi dahilinde, gönlünden koparabildiği kadar katkı sağlayabiliyor ve bu bile nasıl bir hoşgörü ile kıymetli bulunuyorsa topluma mal olmuş konularda da her birimizin bağlı olduğu dinamikler ve yaşamsal mesuliyetleri açısından ortaya koyduğu ya da koyacağı tepki de bu ölçütte değerlendirilmelidir. Tepkinin nasıl olacağı yönünde sabitler koymak, bu sabitlerin dışında kalan her türlü irili ufaklı yaklaşımı yok saymak duyarlılık değil, özür dilerim ama zorbalıktır. Ve ben yazarken dahi fark ediyorum ki duyarlılık ve zorbalık kavramlarının aynı cümlede geçmesi bile kulağa bir noktada ne kadar çelişkili gelebiliyor.  İşte bu durumda da aslında karşı durduğumuz haksızlıklara sebep olanlardan hiçbir farkımız kalmıyor. Reddettiğimiz, kabul etmediğimiz, değiştirmek istediğimiz şeye dönüşüyoruz, başkalaşıyoruz. İçten içe…